3 Ekim 2007 Çarşamba
Kırmızı başlıklı ÖCÜÜÜ
Üzerine binalar,parklar,yolsuzluklar,yalancılıklar,sahtekarlıklar daha neler neler sığdıran Dünya, ona bedenin ufak olsa da bedeli agır deyip göstermiş öcüülüğünü.
Yağmurdan mı ıslak yerler? Yoksa göz yaşından mı?
Bu bilinmez ama geleceği umutsuz olan bir çocuk yatıyor yerde.Üzerindeki renk uyumunun farkında bile olmayan bir çocuk.Ellerini ve kollarını birbiri içine sokmuş,patlayan havanın etkisinden düşen sıcaklık yüzünden ve yorgunluktan atmış kendini yere.Bizim kaçacağımız yer ona bir sığınak olmuş.
Peki ne işi var bu çocugun yerde.Yaşıtları okulda dersteyken,evde tv karşısında çizgi film izliyorken,acaba bu çocuk neden dışarda ve neden yerde?Hareketli hayattan,sahtekar insanlardan,hortumculardan,barlarda ya da gece kulüplerinde ceket yakanlardan,ya da milyarlık arabaya binenlerin sıçratacakları çamurdan kaçıyor belki.
Aslında bu sorunun cevabını önündeki kağıt mendiller daha iyi verir sanırım.Umutlarını kağıt mendillere bağlamış,çünkü akşam aç kalıp kalmamasına 14 parça mendil karar vericek.Gelecek için tek duası şu mendilleri satabilmek olan bu çocuk,her biriyle farklı hayalleri var belkide.Birinden sıcak çorba diğerinden ekmek ve zeytin.O hep azla yetinmeyi öğrenmiş çünkü duygu sömürüsü yapıp dilenmemiş, çalmamiş.Onun dağı ve güvencesi soğuktan üşümeyen yağmurdan ıslanmayan mendilleriymiş.
Caresizliğin bu fotorafı,nasıl bir ülkede yaşadığımızı gösteren karelerden sadece bir tanesi.Bir günde milyarlar harcayanlar bu yollardan hiç geçmiyolar sanırım.Ya da arabanın arkasındaki o siyah camlar dışardan içeriyi göstermediği gibi içeriden de dışarıyı göremiyosun sanırım.
Gelin artık arkası siyah camlı arabalara binmeyelim,ceket yakıp eglenmeyi keselim ya da at gözlüğümüzü çıkarıp çevremize bakalım.Maneviyatı yüksek bu günlerde bu tomurculukları ruhunla bedenini aynı seviyeye çıkaralım ve artık onları korkutmayalım.....
2 Eylül 2007 Pazar
İKİ NEHİR ARASINDA HAYAT
İki sevgili gibi ayrı kollarda dolaşıp sonra hayatlarını birleştirip Şatt'ul Arab'ı oluşturan Dicle ve Fırat'tan başkası değil tabiki.
Verimli topraklar şimdi olduğu gibi ozamanda çok önemli olduğundan bu kavgalar.Şimdi nasıl ŞİMDİLİK su değilde petrol için binlerce kilometre ötedeki ülke tek suçu petrollu bol diye diğer bir ülkeyi işgal ediyorsa,ozamanda paylaşılamayan şeyin verimli topraklar olduğu anlaşılıyor.Peki şimdi orada ölen çocukların suçları ne?Topraklarının verimli olması mı?Bu konu tartısılır lakin şu çok basit bir şekilde ortaya çıkıyor.İhtiyaçlar büyüdükçe dünya ufalıyor.Susuzluğun kapıda olduğu yani Dünya'nın küçültüğü şu zamanda dikkat edelim.Bizim susuzluk dediğimiz bilimsel açıklaması küresel ısınma dedikleri şey,mavi ve yeşil karışımı Dünya'yı avuç içine alıp sıkmakta.Karadeniz'in 3'te 1'ini kaybettiğimizden haberiniz vardır sanırım.Bence haberimiz olmalı ve daha dikkatli olmalıyız,Mezapotamya gibi üstümüze verimli topraklar için oyunlar oynamasınlar.Burada büyüyen çocukların suçları verimli topraklarda bulunmaları olmasın.Bu bizim elimizde dikkat etmeliyiz!!!Bilinmez belki binlerce kilometre ötedeki ÜLKEler bizim sularımızın için koskoca Dünya'yı kibrit kutusuna sokabilirler...
26 Ağustos 2007 Pazar
ŞahBABA
Hain olan KİM acaba?
25 Ağustos 2007 Cumartesi
Darağacında bir BAŞBAKAN
Beni üzen 10 yıl Başbakanlık yapmış bu ülkeye öyle yada böyle ter dökmüş birini ben darağacına yakıştıramıyorum.Ben buradan şunu çıkarıyorum ya bizim şeçtiğimiz kişiyi kimse beğenmiyo yada seçilen kişiler işlerine gelinmiyo.A yada B partisi bu benim hiç umrumda değil benim için önemli olan artık biz cahil değiliz.Gerçekleri görelim ve artık siyaseti yönlendiren biz olalım.
Siyaset insanlar için mi? yoksa
İnsanlar siyaset için mi?
Cumhuriyet insanlar için mi?
Cumhuriyet için mi insanlar?
Artık şunu düşülelim ve yıpratmayalım yıprattırmayım şu eşsiz vatanı!
Ve hep biz 1 adım geride olan taraf olmayalım...
19 Ağustos 2007 Pazar
MÜEBBET...
Siz yandaki resimde ne görüyorsunuz???
Sadece parmak arasında tutulucak kadar ufak, bir ucu pamuk diger ucu ölüm.
Neydi o zaman sendeki şehvet.Ademoğlları neden yakınlarından daha fazla seviyorlar seni?Neden beni İÇMEYİN diye avazın cıktığı kadar bağırmana rağmen,emziksiz bebekler gibi ağlayıp seni istiyorlar hala.Bir cezaevi misali neden herkesi kapanına alıp herkese aynı cezayı kesiyorsun,müebbet.Boyuna bakmadan nasıl beceriyosun bunları?
-sakinleştiriyor beni
-dinlendiriyor
-avutuyor beni,derdimi tasamı unutuyorum vs....
işte bebeklerinin savunmaları bunlar.Çinlilerin bizden korktuklarında yaptığı set gibi,bunuda set sanıyor bebek beyinliler.
Artık bebeklerin büyümesi gerekmiyo mu?Gerçekler bu kadar ortada ve acıkken,nEDEn emziği bırakmıyoruz,neden hala barış dolu bir dünya yaşayıp cezaevinden kurtulmuyoruz.Eğer kendinizi sevmiyorsanız,sevdiklerinizi düşünün ve artık büyün koca bebekler...
imzA:
SEVDİKLERİNİ SEVEN
15 Ağustos 2007 Çarşamba
The SECret
6 Ağustos 2007 Pazartesi
* * *
Beatles'ın en genç üyesi (58) George Harrisson'ın beklenen ölümü bana Mori'yi hatırlattı.Mori Schwartz, hayat dolu bir üniversite profesörü...1994'te vücudunda bir gariplik hissetmiş. 60'lık vücudu artık dans derslerini kaldıramayacak kadar bitkinleşmiş. Doktora gittiğinde yakında öleceği haberini almış:Hastalık Mori'yi tekerlekli sandalyeye bağlamış. Dersleri bırakmış, evdeki bakıcının kollarında bebekliğe yeniden dönmüş: Kucaklanıp kaldırılır, başkası tarafından yıkanır, poposu pudralanır olmuş.Düşünmüş o zaman:"Kendimi bırakıp yok olmayı mı bekleyeyim, yoksa kalan zamanımı en iyi şekilde değerlendireyim mi?"Sonunda ölümünden utanmamaya ve yaşamla ölüm arasındaki son köprünün bütün ayrıntılarını anlatmaya karar vermiş.Hayattaki son dersi, "kendi ölümü" olacakmış.
* * *
Önce sevdiklerini toplayıp, onlara bir "canlı cenaze töreni" düzenlemiş. Bizim ancak ölenlerin ardından yaptığımız sevgi konuşmalarını hayattayken dinleme ve gönlünce cevap verme şansını yaratmış.ABC televizyonunun ünlü haber sunucusu Ted Koppel'ın programına konuk olunca üne kavuşmuş.Dünyanın dört bir yanından mektup yazan, röportaja gelen insanlar ona "son yolculuk"u sormaya başlamışlar.Mori'nin bu sorulara verdiği yanıtlar Türkçede de yayımlandı.(Mitch Albom, "Öğretmenim Mori'yle Salı Buluşmaları", Boyner Y. 1997) Birbirinden ilginç o yanıtlardan benim aklımda kalan ders şu oldu:"Herkes öleceğini bilir, ama kimse buna inanmak istemez. Oysa öleceğimize inansak, bazı şeyleri farklı yapardık. İnsan ölmeyi öğrenince yaşamayı da öğrenmiş oluyor. Budistlerin yaptığını yap ve her sabah omuzundaki küçük kuşa sor:'- O gün, bugün mü? Hazır mıyım? Olmak istediğim insan mıyım? Kariyer, iyi maaş, araba ve ev taksitleri... hayattan istediğim şey bu mu?'"
* * *
"Şuraya uzanmış yavaş yavaş ölürken rahatlıkla söyleyebilirim ki, istediğin kadar güce ya da paraya sahip ol, yaşamı satın alamazsın" diyor Mori..."- Son bir 24 saatin olsa ne yapmak isterdin?" sorusuna ise herkesi şaşırtacak kadar sade bir cevap veriyor:"- Sabah kalkar, jimnastiğimi yapar, ardından çörek ve çayla kahvaltı eder, yüzmeye giderdim. Sonra arkadaşlarımı evde güzel bir öğle yemeğine davet eder, onlara ne kadar değer verdiğimi anlatırdım. Ardından ağaçlıklı bir bahçede yürüyüp renkleri, kuşları seyreder, doğayı içime çekerdim. Akşam sevdiklerimle bir restorana gidip yemek yer ve en güzel kızlarla tükeninceye dek dans ederdim. Ardından eve gelir mükemmel bir uyku çekerdim".
* * *
Sizin bunları yapacak vaktiniz var.Bütün yapmanız gereken arada bir omuzunuza bir bakış atıp sormak:"Bugün mü küçük kuş, bugün mü?.."
5 Ağustos 2007 Pazar
Frank McCourt
Angela'nın KüLLeri
Frank McCourt 1931'de brookly'de doğdu...İşte ozamandan sonra çocukluğunu şöyle özetlemiş McCourt:Geriye bakıp çocukluğumu anımsadığımda,nasıl hayatta kalabildiğime hala şaşarım.Elbette kötü bir çocukluktu;mutlu bir çocuklugun pek kayda değer yanı yoktur zaten.Sadece mutsuz bir çocukluk geçirmiş olmak da,mutsuz bir irlandalı çocuk olmak kadar kötü değildir.Bundan da kötüsü,mutsuz bir irlandalı katolik çocuk olmak.....
Yazar böle sölüyordu ve haklıydıda.1935'da Ekonomik kriz sırasında Amerika'ya gelmişti McCourt ailesi.Yoksulluk üst seviyede ve buna calışmayan yada azda olsa çalıştığı zamanlarda aldığı parayı içkiye yayıran bir babada (Malachy) eklenirse bu adeta işkenceye döner. Henüz beş yaşında olmasına rahmen artık heRşeyin farkındadır.O kadarki 7 aylık kardeşinin vefat etmesinin ardından annesine (angela) oldugu destekte gözüküyodu.o çocukluğunun güzelliğini sadece babasının anlattığı Cuchulain (İrlandayı kurtaran adam) hikayelerini dinleyerek ve merdivenin 7. basamağındaki hayali melegine konustugu zamanlar yaşabiliyodu.Belkide hayatta kalmasının sebebide bunlardır.Babasının aksine annesi onlar için cok savaşmış McCourt'un kusursuz kahramınıdır.Zor çocukluk döneminde McCourt'un en büyük hayali Amerika'ya geri dönmekti ve güçte olsa başardı bunu.Bir millettin sömürüldüğü insanlarının günlük yaşantısını bu kadar realist anlatan bir kitap olmazdı herhalde.Bir insanın inannınca neler yapabicegini hayalerinin peşinden koşunca neler yapabileceğinin adeta dersini veriyor.O annesini örnek aldı çünkü o annesinin kanatlarının altında güvendeydi çünkü annesi onlar için kocaman bir ateş onlarda ANGELA'nın KÜLLERİydi.
23 Temmuz 2007 Pazartesi
pAraSal zEka
^^Kendine yatırım yapmak^^bunu emınım ilk defa duymussunuzdur.nedemk acaba?bence.Tasarruf..................... yada söyle kabaca söyliyim ayagını yorganına göre uzatmak.Evet bunu yapabilme becerisini ögretmek,Hakan Turgut'un amacı.Cimrilikle tutumlulugun,cömertlikle savurmanın farkını anlatmaya çalışmış.Çalışarak kazanınan paranın tutulması,onun korunması ıcın alınacak tedbirler.Sadece yaşadıgın zaman degil ileriyi en ince ayrıntısına kadar düşününüp yazılan bir kitap.Eminim burda bu kitapta verılen fıkırleri uygululayanlar.Kendilerine yatırım yaparak zaten tasarruf yapmıslardır :)